Transatlantik: Trump Putin'i ikna edebilecek mi? | Ortadoğu'da taşlar yerine ne zaman oturacak?

28.05.2025 medyascope.tv

28 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Maalesef Gönül Tol bu hafta olamayacak, programı Ömer Taşpınar'la birlikte yapıyoruz. Ömer merhaba.
Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen.  

Ruşen Çakır: Öncelikle tebrik edeyim. Kızın Derya psikoloji okuyordu ve mezun oldu, çok gurur duyuyorsundur. Tebrik ediyorum, gıyabında ona da selamlarımı ilet. Ortadoğu'ya gelmeden önce Ukrayna ile başlayalım. En son Putin NATO’nun doğuya doğru genişlemesini bir şart olarak koşuyor. Bu aslında öteden beri olan bir şey. Bunu daha önce de konuştuk, biliyorsun Trump gelince bu olay hemen çözülecek diye bir beklenti içerisine girmiştik değil mi? Trump'la Putin'in arası iyi, ama bu iş bir türlü olmuyor, tıkanıyor. Şu anda da halâ saldırılar sürüyor, ölenler var. Ne oluyor hakikaten? Trump çözemiyor mu, Putin'i ikna edemiyor mu?
Ömer Taşpınar: Tahmin ediyorum sorun sadece Putin'i ikna etmek kadar kolay değil. Putin'i ikna etmek zaten çok zor, ama Putin'in neden ikna olmadığı biraz da Ukrayna'nın neden ikna olmadığına bağlı. Hem Ukrayna'yı hem Putin'i memnun edecek bir formül henüz ortada yok. Bu konuda uluslararası ilişkiler alanında, bu tür iki taraflı savaşların olduğu durumlara bakarsak, ki buna iç savaşlar da dâhil, literatürde İngilizce deyimiyle “mutually hurting stalemate (iki tarafı da acıtan bir duraklama)” deniyor. İki tarafı da rahatsız eden, iki tarafın da kazanamayacağını anladığı bir döneme girmesi ve savaşın tıkanması lazım. İki taraf da ‘’bundan sonra biz kolay kolay bundan daha iyisini elde edemeyiz, artık diplomasi konuşmalı, masaya gelmeliyiz’’ diye karar vermeli. Rusya bence şu an hâlâ sahadaki savaş durumundan daha iyisini elde edebileceğini düşünüyor. Çünkü Putin, karşısında zayıflamış bir Ukrayna görüyor. O nedenle zamana yayıyor ve oldukça maksimalist şartlar getiriyor. Putin'in getirdiği şartlar, 2022'de yazdığı makaleye kadar gidiyor: Ukrayna'nın bir şekilde neredeyse bir devlet olmaktan çıkması, doğru dürüst ordusu olmaması, dış politikada egemen olmaması, NATO'ya girme gibi konularda karar vermemesi, toprağında, barışçıl Birleşmiş Milletler veya Avrupalı güçlerin bile olmaması ve Kırım'ı, artı doğudaki dört bölgenin ilhakını kabul etmiş olması. Ama uzun dönemde bence Putin'in amacı tekrar Kiev'i bile almak olabilir. Kiev'i bir şekilde ele geçirmek isteyen maksimalist bir Rusya var karşımızda.
Zelensky’e bakalım: Zelensky'nin hesapları da kendi çapında maksimalist. O da “Evet biz NATO'ya giremeyiz, NATO bizim için hayâl” demiyor, diyemiyor, demek istemiyor. Çünkü NATO onun için belki de Moskova'yı, Rusya'yı caydırabilecek tek koz. Putin’in NATO'ya girmiş bir Ukrayna'ya tekrar saldıramayacağını düşünüyor. Herhangi bir anlaşma olursa, Putin'in bunu bir şekilde zamana yayarak tekrar saldırabileceğini düşünüyor. Bu arada Putin de bir ateşkes imzalamak istemiyor. Çünkü ateşkes olursa, o ateşkes sırasında Ukrayna tekrar silah sağlayacak ve silahlarını depolayacak diye düşünüyor. Ukrayna'yı bir şekilde savaşta tutmaya çalışıyor. Savaş devam ediyor ve oldukça da kanlı bir savaş bu. Rakamları çok fazla konuşmuyoruz ama bazı iddialara göre Rusya ayda 1000 asker zayiat veriyor. Ortada gerçekten hem Rusya için hem Ukrayna için zor bir durum var. Ama şöyle bir basit şekilde, yani bir savaş uzmanı, savaş stratejisti olmadan baktığımızda, Ukrayna'nın savaşa devam etmesinin tek şartı, Amerika'nın askeri desteği.  Almanya, İngiltere, Polonya, Fransa birleşse bile Amerika'nın verdiği kadar askerî destek veremezler. O nedenle Ukrayna'nın durumu Trump'ın iki dudağı arasında.
Putin ise çok daha egemen, çok daha güçlü konumda. Çünkü Rusya askerî açıdan ve demografik açıdan sahada daha güçlü. Zayiat verebiliyor ama o zayiatı tolere edebiliyor. Sonuçta, Rusya’nın nüfusu 150 milyondan fazla ve elinde doğal kaynakları, petrolü var. Putin, bu savaşı bir prestij meselesi olmaktan çıkarmış, tarihe geçeceği bir savaş olarak görüyor. Ukrayna'nın bir şekilde kendini başarılı hissettiği, başarılı saydığı bir savaş olursa, Putin kendisini gerçekten başarısız olarak görecek. Bir Rus Çarı olarak, Ukrayna'yı bütünüyle Rusya'ya bağlamak istiyor. Kendisini Rus Çarı gibi görüyor. O nedenle de maksimalist durumda. Savaş devam ediyor ve iki taraf da birbirlerine zayiat vermeye devam ediyor. Ama Rusya'nın verdiği zayiat, Amerikan basınında tabii ki Kiev'e düşen bombalar nedeniyle daha fazla gündemde. Kiev'de geçtiğimiz günlerde oldukça yoğun bir bombalama yaşandı, zannediyorum 12-13 kişi öldü. Ki bu rakamlar Gazze'de yaşanan katliama göre çok küçük rakamlar, ama Amerikan basınında, Kiev'de yaşananlar, Gazze'ye oranla çok daha yoğun bir şekilde gündemde. Tabii oradakilerin Avrupalı olması, beyaz olması Trump'ın da Gazze'ye oranla dikkatini daha fazla bu konuya vermesi neden oluyor. Trump çıktı gazetecilere “Putin'e ne oldu anlamıyorum. Ben Putin'le zamanında konuşurdum, rasyonel bir insandı. Bugün yaptığı şey çok irrasyonel ve bunun bir bedeli olacaktır" dedi. "Nedir bedeli?" diye soran CNN muhabirini de “Size söyleyecek değilim herhalde bunu. Siz zaten yalan haber yapıyorsunuz diye azarladı.
Trump Trump‘lığını yapıyor, tehditler savuruyor, sert konuşuyor. Bazen Putin'e çakıyor, bazen Zelensky’e çakıyor. Putin de Zelensky de Trump'ın suyuna gitmeye çalışıyorlar, çok ilginç. Sanki sınıfta birbiriyle çatışan iki öğrenci, sınıf başkanı veya öğretmen geldiğinde hizaya geçip “Tamam biz konuşabiliriz” filan diyorlar. Sonra sınıf başkanının veya öğretmenin biraz dikkati dağıldığında, tekrar birbirlerine giriyorlar. Burada Trump’tan bir çekinme hali var. Zelensky’nin neden çekindiği çok bariz, çünkü Trump yardımı kesebilir. O zaman bütünüyle Avrupa'ya muhtaç kalır. Ama Avrupa'nın elinde yeterli mühimmat yok. Para var, ama kısa dönemde yeterince askeri destek yapabilecek kapasite yok. Putin'in Trump’tan korkmasının nedeni, Rusya’ya yaptırımları artabileceği ihtimali. Doğalgaza, petrole çok daha yoğun ikincil yaptırımlar getirebilir. Türkiye gibi, Hindistan gibi, Güney Afrika gibi hâlâ Rusya ile ticaret yapan bazı ülkelere yaptırımlar da getirebilir, bunlar Türkiye'yi de etkiler. Tabii bir de Kremlin Merkez Bankası'nın elindeki bazı hazine bonoları ve 300 milyar dolar civarında nakit döviz, Batı bankalarındaydı ve bu para donduruldu. Bunların faizi Ukrayna'ya gidiyor ama bu 300 milyar doların bütünüyle Ukrayna'ya verilmesi de söz konusu olabilir. Bu da ciddi bir yaptırım haline gelebilir. O nedenle de Putin arada sırada “Ben anlaşmaya varım ama şartlarım bunlar” diyerek, maksimalist bir şekilde masaya gelebileceğini söylüyor. Biraz önce o şartlardan bahsettim: NATO'nun bir şekilde Ukrayna'ya hayır demesi. Hatta NATO'nun bundan sonra batıya daha fazla gitmeyecekse…Mesela Batı’da Gürcistan var. Gürcistan NATO üyeliği istiyor. Rejim istemese de en azından halk istiyor. Putin açısından Gürcistan da bir kırmızı çizgi. Sırbistan NATO üyeliği istemiyor. Ama sonuçta Putin bir kırmızı çizgi çekmek istiyor. NATO'nun zaten doğuya doğru genişlemesini savaşın temel nedeni olarak görüyor ve o nedenle onu da sık sık masaya getiriyor.

Ruşen Çakır: Ömer, Ortadoğu'ya gelelim. Geçen haftaki yayınımızda https://medyascope.tv/2025/05/21/israil-yine-saldiriyor-transatlantik-video/ Trump'ın Netanyahu'yla ilgili sorunlarını bayağı ele aldık. Daha doğrusu sen ve Gönül bu konuda çok vurgulu şeyler söylediniz. Orada esas mesele, Gazze meselesiydi. Ama şimdi anladığım kadarıyla İran meselesinde de bir farklılaşma var. Yani geçen hafta söylediğiniz gibi Trump'ın İran'da geçmiştekine benzer bir arayış içerisinde olması, herhalde İsrail ve Netanyahu'yu pek memnun etmiyor. Bu nereye doğru evrilecek? Bir yandan İran'la görüşmeler sürüyor ama bir diğer yandan, Amerikan medyasında sürekli İsrail’in nükleer tesislere saldırmak için hazırlık yaptığı haberler çıkıyor. Normalde Trump yönetiminin, İsrail'le beraber İran'a çok sert davranması bekleniyordu. Böyle olmuyor sanki.
Ömer Taşpınar: Böyle olmuyor Ruşen. Çünkü Trump Körfez’le İsrail arasında bir seçim yapmak zorunda. Suudi Arabistan'la Birleşik Arap Emirlikleri ile müthiş ticari anlaşmalar imzaladı, böyle olduğunu iddia ediyor. Bu rakamlar çok büyük rakamlar,1 trilyon dolardan bahsediliyor. Gerçi bir kısmı içi boş rakamlar. Çünkü zaten mevcut bazı anlaşmaları da o 1 trilyonun içine sokuyor, önümüzdeki 10 yıl içindeki bazı projeleri onun içine dâhil ediyor. O rakam biraz balon bir rakam, ama o balon rakam Trump için çok önemli. Çünkü Trump Ortadoğu'da kendine ticari ortak olarak İsrail'i değil, tabii ki Körfez ülkelerini, Birleşik Arap Emirlikleri'ni, Suudi Arabistan'ı ve Katar'ı görüyor. Bu ülkelerin üçü de geçmişte İran’la ciddi sorunlar yaşamışlar. Katar'ı bir köşeye koyalım, Katar hep İran'la diyalog peşindeydi. Ama Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan bundan 23 yıl öncesine kadar İran'ı kendilerine ölümcül tehdit olarak görüyorlardı ve Ortadoğu'daki asıl çatışma, İsrail-Filistin veya İsrail-Arap meselesi değil, İran'la Suudi Arabistan arasındaki zıtlaşmaydı. Orada büyük bir kutuplaşma vardı. Hatta buna mezhep savaşı boyutu da ekleniyordu. Suudi Arabistan'la İran arasında, Suriye, Lübnan, Irak üzerinden ciddi bir stratejik gerginlik, stratejik yarış ve rekabet vardı.
Peki, ne oldu? Son 2-3 yıl içinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, artık İran'la savaşmaktan vazgeçtiler gibi gözüküyor. Bunu, ‘’İran kazandı’’ diye okumamak lazım, çünkü şöyle bir durum yaşandı: Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Amerika'nın kendilerini İran'a karşı koruyamayacaklarına karar verdi. Çünkü 2019'da önce Husiler, sonra da İran'dan gelen bazı balistik füzeler -onlar bu yardımın İran'dan geldiğini de düşünüyorlar- hem Suudi Arabistan'ı hem de Birleşik Arap Emirlikleri’ni çok zor duruma soktu. Suudi Arabistan'ın Aramco tesisleri 2019 yılında vuruldu ve Suudi Arabistan, yaklaşık birkaç hafta boyunca petrol üretme kapasitesini %50 oranında kaybetti ve bunlara karşı Amerika'dan misilleme istedi. Bu olay Trump'ın birinci döneminde, 2019’da yaşandı. Amerika belli ki İran'la savaşmak istemiyor. Trump bile birinci döneminde o kadar sert giderken, İran'a karşı o yaptırımları koymuşken, Amerika İran'ı bombalamaya karar vermedi. O zaman Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, İran'la İsrail arasında bir savaş çıkarsa veya İran kendilerine saldırırsa, bunların kendilerini koruyacak yeterince güçleri olmadığını anladı. Orada Amerikan üsleri var ama sonuçta Amerika, İran'la ciddi, topyekûn bir savaşa girmeyecek. O zaman bükemediğin eli öpeceksin misali, İran'la diplomatik ilişkiler kurmaya başladılar. ‘’İran’la bir şekilde ticaret yapalım, İran'ı angaje edelim. İran'ı tecrit edelim. Tabii hâlâ onları düşman olarak görüyoruz ama en azından diyalog penceresini, diyalog kanallarını açık tutalım dediler.” Peki ne oldu? Suudi Arabistan, Çin'in arabuluculuğuyla İran'la diplomatik ilişkileri tekrar kurmaya karar verdi ve bir detant, bir rapprochement başladı, Fransızca kelimeler bunlar hep. Rapprochement yakınlaşma, detant da gerginliğin yumuşaması demek. Bunlar son 2-3 yılı anlatıyor bize.
Trump iktidara tekrar geldiğinde tabii ki Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar, kendisine ‘’İran'la bir şekilde masaya otur” dediler. Zaten Trump'ın istediği de bu. Çünkü Trump İran'la bir savaşa girmek istemiyor. Trump'ın derdi, Ortadoğu'da, Amerikan askerlerinin, Amerikan güçlerinin orada bir diplomatik ve askeri denge tutturup, son 3-4 dönemde bütün Amerikan başkanlarının yaptığı gibi, asıl dikkatlerini Asya Pasifik'e, yani Çin'e çevirmek. Zaten Trump'ın Suudi Arabistan'da yaptığı konuşmadan anlayacağımız gibi -çünkü bir Trump doktrininden söz edilmeye başlandı- Trump doktrini Neocon’ların tam tersi. Yani Neocon’lar İran'da, Irak'ta, Suriye'de askeri müdahalelere açık bir mantıkla, o bölgeyi ne kadar sözde demokratikleştirme çabası içine girmişlerse, Trump da tam tersine, “Biz kesinlikle böyle demokrasi, askeri müdahale filan konuşmuyoruz. Bizim derdimiz bu bölgede istikrar olması. Biz de askeri olarak bu bölgede herhangi bir maceraya girmek istemiyoruz. Bu bölge kendi kendine idare etsin. Bu bölge kendi kendine başarılı olabilir. Bakın Körfez ne kadar başarılı” şeklinde bir konuşma yaptı. Körfez'i ve Ortadoğu’nun iç dinamiklerini öven, ‘’bu bölgeye istikrar gelmeli’’ diyen bir konuşma yaptı. İstikrar nasıl gelecek? İstikrar, İran'la Amerika'nın da bir anlaşmaya varması üzerine gelecek. Suudi Arabistan'la İsrail'i çözmeye çalışıyor. Ama istikrarın bir de Filistin boyutu var ki oraya Trump hiç giremiyor. Çünkü Filistin meselesinde, Netanyahu'ya açık çek vermiş durumda. Ama İsrail'e verdiği açık çekin karşılığında da bir bedel ödetiyor. O bedel de "İran'la ben masaya oturacağım, sen karışma. İran'ı kesinlikle vurmaya kalkma. Ben İran'la bir askeri stratejik anlaşma imzalayacağım ve sana söz veriyorum, bunlar uranyum üretemeyecekler ve daha önemlisi de nükleer silaha ulaşamayacaklar, bunun garantisini veriyorum. Nükleer silaha ulaşamayacak bir İran yaratacağız’’ diyor.
Trump Suriye konusunda da şunu söylüyor Netanyahu’ya: ‘’Suriye ile biz ilişkilerimizi kuracağız. Suriye konusunda Türkiye'den korkma. İstiyorsan gel, Türkiye'yle otur konuş, ben sana yardımcı olurum. Arabuluculuk yapalım. Biz Suriye'yi ticarete açıyoruz, Suriye'yi normalleştirmek istiyoruz." Netanyahu'nun bu iki konuda Trump'la ciddi bir derdi var. Trump, İran, Suriye ve Türkiye konusunda Netanyahu'nun istemediği bir politika izliyor ve neredeyse şu anda bir Biden nostaljisi oluşmuş durumda Kudüs'te. Biden'ı özlüyor durumdalar. Çünkü Biden'ı daha rahat kontrol edebiliyorlardı ve bu Netanyahu açısından sürpriz bir gelişme. Çünkü Trump'la çok daha iyi anlaşacağını ve bir şekilde Trump'ı İran'a saldırmaya ikna edeceğini düşünüyordu. Netanyahu bunu denedi. Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz'la, Trump'ın arkasından iş çevirmeye çalıştı, onunla konuştu, askeri planlar paylaştı. Zaten Mike Waltz'ın işini kaybetmesinde bunlar da bir rol oynadı. Sonuç olarak Trump'ın şu anki amacı, İran'la, bahsettiğim çerçevede nükleer silaha gitmeyeceği bir anlaşma imzalamak. Suriye ile bir anlaşmaya içine girdi ve Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden de gelecek yüz milyarlarca doları garanti etmek istiyor. Bunu hiç tahmin etmiyorum ama bir savaş çıkarsa, İsrail kendi başına İran'ı bombalamaya kalkarsa ne olur? Bütün bölgede İran misilleme yapmaya kalkar. İran sadece İsrail üzerine misilleme yapmaya kalkmaz, İsrail tarafından eğer böyle ciddi bir saldırı olursa, İran balistik füzeleriyle bir şekilde Körfez'i de vurmaya çalışabilir. Misilleme taktiği o olacak. Körfez İsrail'den çok daha yakın. Katar'da, Birleşik Arap Emirlikleri'nde Amerikan üsleri var. Bu bölge savaşa girecek. Bu bölge savaşa girerse ne olur? Amerika'nın Suudi Arabistan'dan ve Birleşik Arap Emirliklerinden gelmesi gereken, beklediği, ümit ettiği yatırımlar gelmez. Ve petrol fiyatları alır başını gider. Amerika'da enflasyon artar.
O nedenle Trump açısından İran'la masaya oturmak son derece mantıklı bir strateji ve bunu da Amerikan halkına çok kolay satabilir. Obama yapmıştı. Trump, Obama'nın 2015’te yaptığı anlaşmaya ‘’berbat bir anlaşma’’ dedi, ama bugün Obama'nınkinden daha da farklı bir anlaşma yapamayacak, ona yakın bir anlaşma yapacak ve bunu büyük bir başarı olarak satacak. Bunu bir şekilde Amerikan halkı da bölge de kabullenecek. Ama İsrail soru soracak: ‘’Nasıl bir anlaşma yaptınız? Bunların hâlâ orada nükleer kapasiteleri var, nasıl kontrol edeceksiniz?’’ diyecek. Trump da “Buraya Birleşmiş Milletler gözlemcileri girecek, Amerikalı gözlemciler de girecek. İsterseniz siz de gözlemci sokun, bunları denetleyelim. Bu şekilde nükleer silaha gitmemelerini sağlayalım” diyecek. Ama İsrail'in derdi o değil ki. İsrail'in derdi, balistik füzelerin kapatılması, nükleer santrallerin sökülmesi, İran'ın bütünüyle pes etmesi. Putin ne kadar Ukrayna'da maksimalistse, Netanyahu da İran konusunda o kadar maksimalist. O nedenle İsrail ve Amerika arasında şu anda belki de tarihteki en zor dönemlerden birisi yaşanıyor ve Netanyahu da Trump'tan korkuyor. Çünkü nihayetinde İsrail'in elindeki silahlar da İsrail ordusunun donanımı da Amerika'dan geliyor.  İsrail bu nedenle tek başına nükleer santralleri vurmaya cesaret edemez. Eğer vurmaya kalkarsa, ne kadar başarılı olacağı şüpheli. Çünkü bu nükleer santrallerin bir kısmı yer altında, çok derinde. Bunları vurabilmesi için elinde çok ağır bombalar olması gerekiyor. “Bankerbuster” dediğimiz bu bombalar Amerika'nın elinde. Amerika'nın, bu stratejinin içinde olması gerekiyor.
İkincisi, İsrail şunu da biliyor: Kendisi nükleer santrallere böyle bir askeri müdahaleyi tek başına yaparsa, bütün bölgede bir savaş çıkabilir. Amerika da savaşın içinde olur. Zaten Amerika olmadan buna cesaret ederse, Amerika'yla ilişkileri bozulur, ciddi bir kriz çıkar aralarında.  Ama Netanyahu sonuçta kendi siyasi hayatını, kendi varlığını idame ettirmeye çalışıyor. Çünkü iktidarı kaybettiği anda özgürlüğünü de kaybedecek, hapse girecek. Hakkındaki soruşturmalar, hakkındaki davalar olgunlaşmış durumda. Onu şu anda bu davalardan ve hapse girmekten koruyan tek şey, iktidardaki dokunulmazlığı. İktidarını kaybeden bir Netanyahu hapse girebilir. O nedenle de şu anda bu tür planları devreye sokuyor ve Amerika'yı zorlamaya çalışıyor.
Bazı analistler de “Acaba iyi polis-kötü polisi mi oynuyorlar?" diyor. Trump yönetiminin İran'a, “Eğer anlaşmaya varamazsak İsrail sizi vurabilir. Diplomasinin alternatifi savaştır. İsrail sizi vurmaya hazırlanıyor” demeleri için, İsrail bir şekilde Amerika'yla danışıklı dövüşle mi bu askeri planları masaya getiriyor? Bu taktiksel bir gelişme de olabilir’’ diye yorumluyor analistler

Ruşen Çakır: Ömer, şimdi önümde Le Monde Diplomatique’in son sayısında Ariane Bonzon’un bir yazısı var. Yazının tamamını okuyamıyorum abone olmak gerekiyor. Ama yazının başlığını çok sevdim: Du Proche-Orient Au Caucase, En Passant Parla La Méditerranée. Israël et la Turquie, meilleurs ennemis. Ortadoğu’dan Kafkaslara Akdeniz’den geçiş. İsrail ve Türkiye en iyi düşmanlar diye çevirebiliriz. Aslında dönüp dolaşıp birçok şey Türkiye- İsrail ilişkilerine odaklanacak gibi gözüküyor. Mesela şimdi Erdoğan bugün Azerbaycan'daydı, havaalanı açılışına gitti. Biliyorsun Türkiye Karabağ konusunda Azerbaycan'la stratejik iş birliği yaptı. Ama Azerbaycan aynı zamanda İsrail'in en yakın ortağı. Çok garip ilişki var. En son şöyle bir şey çıktı: İsrail'in dünyada en çok ticaret yaptığı ülkeler listesinde Türkiye ilk 5'te yer alıyor. Hatta o listeyi yasaklamaya kalktılar. Önümüzdeki dönemde sanki bunu çok konuşacağız. Öncelikle Suriye bağlamında. Sen az önce değindin ama herhalde sadece Suriye ile sınırlı kalmayacak, bir şekilde İran bağlamında da Türkiye-İsrail ilişkileri gündeme gelecek. Zaten Akdeniz’deki doğalgaz arama çalışmalarında da gündeme geldi.  Sen bir İsrail uzmanı olarak olaya ne diyorsun? Mesela Netanyahu ile Erdoğan arasında kişisel bir sorun da var gibi. İsrail'de yönetim değişirse, mesela Netanyahu giderse, Türk-İsrail ilişkileri düzelir mi?
Ömer Taşpınar: Tarihi olarak baktığımızda Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesinin bir ön şartı var. Bunun ön şartı, Filistin meselesinde, kozmetik de olsa bir diplomasi koridorunun açık olması. 1997 yılında Oslo Barış Süreci devam ederken, Türkiye ve İsrail, stratejik ortaklık anlaşması imzalamışlardı ve Konya Ovası’nda ortak tatbikat yapıyorlardı. Türkiye, 1999 yılında Suriye sınırına asker yığdığında, İsrail de güneyde asker yığdı. İki cepheli savaşla, Şam Türkiye ve İsrail tarafından tehdit edildi. Türkiye İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke. İbrahim Anlaşmaları diyoruz, diplomatik ilişkiler vs. Hatta geçenlerde bir panelde konuşuyordum, bana “Türkiye ve İsrail arasında bir İbrahim Anlaşması olur mu?” diye bir soru geldi. “Siz ne diyorsunuz? Türkiye İsrail'i 1949'da tanıdı” dedim. Türkiye bu konuda o kadar çabuk hareket etti ki. Türkiye'nin İsrail'le ilişkileri her zaman için belirli bir dengede devam etti. Biraz önce verdiğin rakamlara göre, ticari ilişkiler de bugün bile devam ediyor. Yani Netanyahu meselesi biraz Filistin meselesine bağlı. Netanyahu'dan daha sert politikacılar da var. Daha Ortodoks, daha şahinler de var İsrail'de. Ama Netanyahu bunlarla bir ortaklık içinde. İsrail siyasetinde Sol, İşçi Partisi ve liberal partiler eridi. İsrail demografisi, İsrail halkı ve maalesef İsrail gençliği, yaşlılardan daha çok gençler, iki devletli bir çözüm istemiyorlar artık. İsrail iç politikasında ‘’Filistin devleti kurulacak’’ vizyonu neredeyse yok. ‘’Zaten bir Filistin devleti var, onun adı da Ürdün'dür’’ diyen bir ortalama İsrail halkı çıktı karşımıza. Yani %20-30'luk daha laik, daha liberal, daha barışçıl bir kesim var, bunlar genelde daha çok sola yakın ve daha yaşlı. Sefarad ve Aşkenazi ikilisi de var biliyorsun, daha çok da Aşkenaziler. Ama bunlar İsrail'de demografik olarak kaybediyorlar. İsrail'de Ortodoks Yahudiler, Harediler dediğimiz nüfus ve savaşa daha yakın şahinler, şu anda ön planda. Netanyahu da onların üzerinde yükseliyor. Netanyahu'nun bir toplumsal karşılığı var.
Türkiye ile İsrail ilişkilerine baktığımızda, aslında bu iki toplumun birbirleriyle çok benzer tarafları var. Arap dünyasına bakışları, Batı’ya bakışları, kapitalist yapıları, nispeten demokratik olmaları… İsrail de Türkiye de sonuçta seçimlerle yönetilen yerler. İsrail, bütün sorunlarına rağmen bugün hâlâ hukuk düzeninin olduğu, ülkeyi yöneten kişinin hapse girmekten korktuğu bir yer. Baktığımızda, bu iki ülkenin aslında bir araya gelmesi için birçok neden var, ama sorun Filistin meselesi. Filistin meselesi artık sadece Ortadoğu'nun değil, dünyanın gündeminde. Trump’ın o konuda ne yapacağı çok merak ediliyordu. Maalesef Trump, Suriye ve İran konusunda gösterdiği cesareti Filistin meselesinde gösteremiyor. Filistin meselesinde Netanyahu'ya açık çek vermiş durumda.
Bugün Gazze'de insanî yardım konusunda yaşananlarda, İsrail, biraz da Amerika'nın desteğiyle yeni bir yöntem deniyor ki bu berbat bir yöntem oldu. Üç aydan beri açlık ve abluka altında yaşayan Gazze’de, şu anda İsrail'in merkezde olduğu bir dağıtım ağı kurulmaya çalışıyor. Ama o dağıtım ağı da bir şekilde tabii ki İsrail'in istediği bir yerde ve başarılı değil. Birleşmiş Milletler kanallarının girmesine izin vermiyorlar, gıda gelemiyor ve Gazze'de, Ukrayna'ya oranla bir günde daha fazla insan ölüyor olmasına rağmen, çok yoğun bir katliam, hatta uluslararası uzmanlara göre soykırım yaşanırken, Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini toparlaması çok zor. Erdoğan, Sisi ile, Mısır'la ilişkilerini düzeltti. Muhammed bin Salman'la neredeyse bir stratejik ortaklık içine girdi; bugün Suudi Arabistan-Türkiye ilişkileri, belki de tarihinin en iyi dönemini yaşıyor. Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ile arasını düzeltti, ama İsrail'le düzeltemiyor, İsrail'le o kadar kolay değil. Ticaret devam ediyor. Çünkü ticaret bunlardan bağımsız olarak gidebilen bir şey. Türkiye'deki hükümet tabii ki bunu gündeme getirmek istemiyor, ama ticaret var. Erdoğan için zor olan şey, Netanyahu ile bir araya gelmek.
Bütün bunlara rağmen eğer Trump Erdoğan'ı ve Netanyahu'yu “Camp David'e gelin. Camp David gibi prestijli bir yere çağırıyorum sizi ve sizin anlaşmanızı istiyorum” diyerek davet ederse, ben Erdoğan'ın buna “Hayır” diyeceğine inanmıyorum. Bir şekilde Erdoğan gelir, ama “Şartlarımla gelirim, iki devletli çözümü istiyoruz” filan der. Bir şekilde onları masaya getirmeye çalışır, Erdoğan öyle bir fırsatı kaçırmaz bence. Camp David'de Trump'ın olduğu bir ortamda, Netanyahu’yla ancak o şartlarda el sıkışabilir. Onun dışında ben Ortadoğu'da, Netanyahu ile Erdoğan'ın bir araya gelebildiği bir ortam görmüyorum şu anda. Ha ne olur? Azerbaycan'da alt düzeyde istihbarat veya stratejik bir diyalog olur. İstihbarat konusunda, Suriye meselesinde zaten bir diyalog devam ediyordu. Şu anda nerede emin değilim ama Azerbaycan'da geçtiğimiz yakın bir dönemde, Türk yetkililer ve İsrailli yetkililer, Azerbaycan'ın arabuluculuğuyla bir araya geldiler. O da ilginç bir gelişme. Azerbaycan'ın hem Türkiye hem İsrail'le stratejik ortak olması, Azerbaycan diplomasisine böyle bir avantaj kazandırıyor. Trump Beyaz Saray'da yaptığı gibi Netanyahu'ya “Makul ol, ben sizin aranızı yapabilirim, Erdoğan'la seni Camp David'le ağırlayabilirim” gibi bir planla giderse, o zaman bir düzelme beklenebilir. Ama onun dışında, Gazze'de bu ortam varken, Türkiye'nin İsrail'le bir araya gelebileceğini tahayyül edemiyorum. Bana böyle bir şey olmaz gibi geliyor.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, noktayı koyalım. Gönül’e selamlar. Haftaya tekrar buluşmak üzere diyelim. Evet, bu hafta Transatlantik’i Ömer Taşpınar'la yaptık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
08.06.2025 CHP’nin önündeki en ciddi engel: “Küçük olsun bizim olsun” anlayışı
01.06.2025 CHP siyasi iktidarın kızıştırmak istediği iç krizini tabanına başvurarak aşabilir
30.05.2025 Mehmet Baransu’yu hatırlıyor musunuz?
30.05.2025 Haftaya Bakış (269): Sivil anayasa tartışmaları | Kılıçdaroğlu'nun beklenen açıklaması | İnfaz yasasında gecikme
30.05.2025 İktidar yeni anayasa sürecinde muhalefeti bölebilir mi? | Özlem Kaygusuz yorumladı
29.05.2025 Günümüz Türkiyesi’nde İslamcılık ve Kürtler
29.05.2025 DEM Parti’yi Cumhur İttifakı’na yamamaya çalışmanın anlamsızlığı
29.05.2025 CHP Türkiye partisi olabilecek mi?
28.05.2025 AK Partililer niçin 19 Mart operasyonuna sahip çıkmıyor?
28.05.2025 Transatlantik: Trump Putin'i ikna edebilecek mi? | Ortadoğu'da taşlar yerine ne zaman oturacak?
08.06.2025 CHP’nin önündeki en ciddi engel: “Küçük olsun bizim olsun” anlayışı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı